
El kazanı ile aş kaynamaz
Cüneyt Özdemir
Eli açık olunca, haliyle seçilip dururmuş. Seçimden bir önceki gün köydeki muhaliflerini içmeye ve eğlenmeye götürür hatta dansöz bile oynatırmış. Diğerlerini de şeyh camide kafalarmış. Muhtar zamanla yakın komşu köylere kumara gitmeye başlamış; bir iki kazanırken birden elindeki her şey uçup gidivermiş. Muhtarın komşu köyde bir de sevdiği varmış. Paralar uçup gidince muhtarı ilk o bırakmış. Sonra seçimler gelmiş çatmış. Yemeyi seven şeyh (muhtarın aynı zamanda akıl hocası) bu seferki seçimlerde istediği gibi yiyemeyince yıllardır dostu olan muhtara oy istememiş. Para bitince haliyle dansözlü eğlenceler, içkili yemekler de olmamış. Seçimler bitip oylar sayılınca bizim muhtar bu sefer muhtar olamamış. Meşhur şeyh karşı partiye geçmiş ve oyları bu partiye istemiş. Kendi de muhtar adayı olup seçilmiş ve muhtar olmuş. Bizim muhtar yıllarca yedirdiği şeyhten en sonunda kendisi kazık yemiş.
Bu kısa hikayeden anlamamız gereken ne midir? 'Elin kazanı
ile aş kaynamaz' diye bir atasözü vardır. Ne kadar çok paranız, mal ve mülkünüz
varsa hepsi bir gün uçup gidebilir; paranız var iken birçok insana
hükmedebilirsiniz, bazı makamlara da gelebilirsiniz ama önünde sonunda hak
ettiğiniz yerde olursunuz.
İşte o zaman yüzünüze bakan bile olmaz. Hikayedeki muhtarın
komşu köydeki sevdiğine ne olduğunu merak ediyorsanız onu da hemen söyleyeyim.
Şeyh kuma olarak almış.
Ülkemizde son yıllarda çokça gördüğümüz bir durumun özeti
aslında bu hikaye. Sarılar, kırmızılar ya da yeşiller ve aklar diye ayırmak zor
partileri. Aslında hepsi aynı renk çünkü ülkemizde siyaset az önceki hikayenin
renginde biraz.
Yaşadığım İtalya'da soruyorlar nasıl oluyor da on yıllarca
aynı siyasetçilere tahammül edebiliyorsunuz diye. Bir makama, koltuğa gelen
yapışıp kalıyor ve karşı tarafı sürekli kötülüyor sonra da demokrasi ve
haklardan bahsediyor. Bu ülkenin gençleri sürekli arka plana itiliyor. Gençler
işsiz, gençlerde para yok. Gençler akıllı ama onlara kapıyı aralayan yok, işte
bu yüzden gençler muhtar olamıyor. Parası olan düdüğü çalıyor, şeyh tanıdığı
varsa tabii. Ne kadar acı değil mi? Böyle gelmiş ve hala böyle gidiyor...