Muhabirimiz '˜engelli' gibi dolaştı - 2
Edirne Engelli Gönüllüleri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Serpil Erkenciler'den gelen bir telefon araması ile başladı her şey. GÜNDEM olarak 3 Aralık Uluslararası Engelliler Günü kapsamında engellenenlerin yaşadıklarını deneyimlemek ve satırlara dökmek amacıyla elektrikli araç ile Edirne'de birkaç saat geçirdik. Acı tatlı olayların yaşandığı birkaç saatte hayatın tam ortasında '˜Bakmak' ile '˜Görmek' arasındaki ince çizgiyi takip ettik. Resmiyete kavuşturduğumuzu düşünürken '˜Özürlü', Engelli', '˜Özel Gereksinimli Birey' gibi tanımlarla adlandırdığımız ama '˜Biz' olmamız gerekliliğini her an hissettiğimiz bir deneyime imza attık.
(Dünden devam) Kent içi yapılaşmada engellenmenin nasıl bir deneyim olduğunu az da olsa deneyimlemiş biri olarak kendilerini '˜sağlıklı' olarak düşünen insanların, hayatın akışına kapılarak sadece baktıklarını ama göremediklerini ilk kez Saraçlar Caddesi'nde deneyimledim. İnsanın görüş açısına girmeyen bir varlığın yok hükmündeymişçesine devam eden hayat, korkunç bir rüyayı andırsa da gerçekti. Bir yandan parke taşları ile mücadele ederken, bir yandan da insanların arasından sıyrılarak yoluma devam etmeye çabalarken yanımdan geçip giden bedenler tarafından fark edilmediğimi görmek, engellerin başlamasına sebep olan ana noktaya işaret ediyordu. Duyarlı davranabilir, yardımcı olmaya çalışabilir ya da farkında olduğumuza inanabilir ama gerçek şu: '˜Görmüyoruz'.
Saraçlar
Caddesi'ndeki yolculuğumu ise her zaman uğrak noktalarım olan mekânlarda
değerlendirmeye karar verdim. Sosyal bir varlık olan insanın, insanca
hissedebilmesi için önemli şartlardan biri olan iletişime ulaşma çabam yeni
engellerle karşılaşmama vesile oldu. Örneğin; parke taşların daha az bulunduğu
yol kenarlarının tercih etmemle, belki de günün yorgunluğu atmak amacıyla
tütününü ateşleyen insanların yolu nasıl kapladığını ve onlardan izin almadan
yoluma devam edemeyeceğimi gördüm. Hatta birçoğuna birden fazla kez ricada
bulunmam gerekiyordu. Çünkü arkalarında ya da yanlarında olduğumu bile
görmüyorlardı. Birçok sosyal mekâna giremeyeceğimi fark edince de ilk durağım
Tahmis Meydanı'nda Murat Niş'in işlettiği Coffee Sabor adlı öncelikli olarak
'˜Take Away' (Al götür) hizmet veren ve neredeyse bir pencereden ibaret olan
kahveciye gitmek oldu. Oturma alanı da işletmenin dışında olduğu için
elektrikli araçla giriş yapabilmem için en uygun sosyal ortamlardan biriydi. Burada
birkaç tanıdık ile karşılaşınca da korkulu gözlerle bakılmanın tarif edilemez
hissini yaşadım. Projeyi anlatınca da tebrik ve desteklerini sunmaları günü
daha da anlamlandırdı.
Tahmis
Meydanı'nın parke taşları ve yoğunluğuyla mücadelemi ise Edirne'nin Ali Paşa ve
Selimiye Arastası ile en önemli tarihi çarşılarından biri olan Bedesten ile
sonlandırmaya karar verdim. Her gün bir kez de olsa uğrayıp esnafına selam
vermeyi alışkanlık edindiğim Bedesten'e dört kapısından da giremedim.
Elektrikli aracın girebileceği herhangi bir yol yoktu. Tek teselli, Bedesten'in
yanında bulunan engelli tuvaletleriydi. İçimden; '˜En azından bir şey doğru
yapılmış' diyerek kendimi kandırdığım garip teselli ile Eski Cami, Mimar Koca
Sinan ve Selimiye'yi selamlayarak Saraçlar Caddesi'nin girişine aracımı sürdüm.
Caddeye gelmeyen önce de Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal
Atatürk'ü selamlamamak olmazdı. Edirne'nin en önemli törenleri burada
yapılıyordu. 3 Aralık Dünya Engelliler Günü'nde de eminim burada bazı törenler
olacaktır. Rahat bir şekilde giriş yapıp çıkabildim.
Saraçlar
Caddesi'nin girişine geri döndüğümde ise beni, her sabah selam vererek
görevinde kolaylıklar dilediğim temizlik işçisi karşıladı. Neredeyse hiç kimse
ile göz teması kuramamama rağmen ilk görüşte hemen yanıma geldi. Hal hatır
sorduktan sonra içindeki tedirginliği rahatlatmak adına projeden bahsettim ve
her sabah olduğu gibi yeniden gülümsedi. İhtiyacımız olan onun gibi görebilen
insanlar aslında. Yeniden görevinde kolaylıklar dileyerek yanından ayrıldım ve
Saraçlar Caddesi'nden Bankalar'a doğru geçmeye karar verdim. Burada ise trafik
ışıklarının bulunduğu yerde elektrikli araçların geçebileceği yolun vatandaşlar
tarafından engellendiğini gördüm. Hatta bir kişinin yanına yaklaşmama rağmen
parkurdan ayrılmaması dikkatimi çekti. Yayalar için yeşil ışık yandığında ise
bir nevi kendisine yol verdim ve karşıdan karşıya geçti. Yol vermek işimi
yaramamıştı aslında. Çünkü yeşil ışığın kırmızıya dönüştüğü zaman o kadar
kısaydı ki telaşlı bir halde karşı kaldırıma hızlıca tırmandım. O hızla da
Banka Aralığı Sokağa dönmek yerine dümdüz devam ettim. Sonucunda da yolun
bittiği yerde kaldırımdan inebileceğim bir yer bulamayarak geri dönmek zorunda
kaldım. Bu kez yolum Banka Aralığı Sokağa geri dönüştü. Makedonya Kulesi'ni de
selamladıktan sonra yeni hedefimi kararlaştırdım; Erasta AVM.
Erasta
AVM'ye gidebileceğim 2 yol vardı. Ya Talatpaşa Caddesi'nden biraz kaldırım,
biraz da trafiğin aktığı yoldan gidecektim, ya da geldiğim yoldan geri dönerek
Eski İstanbul Caddesi'nden devam edecektim. Trafiğin yoğun olduğu Talatpaşa
Caddesi'ni tercih etmektense Eski İstanbul Caddesi'nin daha güvenli olacağını
düşünerek geldiğim yoldan geri döndüm. Ayşekadın Karakol Durağına kadar sorunlu
sorunsuz ama bildiğim yol kestirme yoldur mantığıyla hiç durmadan devam ettim.
Durağa gelmeden önce kaldırıma çıkabildiğimi fark ederken, '˜Neden ETUS
minibüslerini kullanmayı denemiyorum?' diye düşündüm ve durağa yaklaşmaya
başladım. Bu sırada durağın yanındaki ağaç ile çitler arasında sıkıştım kaldım.
Beni gören '˜duyarlı' bir vatandaş yanıma yaklaştı ve yüksek sesle; '˜Sen nereye
gitmek istiyorsun?' sorusunu öyle bir sordu ki ne yardımını isteyebildim, ne de
aklımda dönüp duran ETUS'a binme düşüncesini gerçekleştirebildim. Gerginliğim
ile yükselen hırsımın yardımıyla sıkıştığım yerden kurtuldum ve istesem de bir
türlü tam olarak bakamadığım arkamdaki insanla göz göze gelmeden duraktan
ayrıldım. Yeterli derecede hayal kırıklığı yaratan olaya bir de ETUS'ta
yaşayabilme ihtimalim olan gerginliğin eklenmesi, hedefimi yarıda bırakmama
neden olabilirdi. Belki tam tersi olacaktı. Fakat insanların bir türlü
anlamlandıramadığım tavırları, onların arasından bir an önce kaçıp kurtulma
isteğimi körükledi.
Carrefour
markete kadar kaldırımdan sorunsuz bir şekilde yoluma devam ederken, bölgede
bulunan benzinliklerde ise dar kaldırımları kullanamayacağımı fark ettim ve
yoluma biraz benzinlik yolu, biraz da araç trafiğinden devam ederek Erasta
AVM'nin önüne ulaştım. Burada ilk dikkatimi çeken ise sadece sol girişte
bulunan elektrikli araç girişi oldu. Sağ tarafından giriş bulunmuyordu. Erasta
AVM girişine çıktığımda ise otomatik döner kapılardan girişin mümkün olmadığı,
normal kapıdan giriş yapabilmek için de görevlilerden yardım istemek gerektiği
oldu. Bir süre görevlilere kendimi fark ettirmek için uğraştım ve kapının açılmasıyla
yeni bir sorunla baş başa kaldım. Elektrikli aracımın şarjı bitmişti.
Görevlinin yardımıyla içeriye girdim ve bir süre giriş alanında beklemek
zorunda kaldım. Yanımdan geçip giden insanları birkaç dakika izledikten sonra
dinlenmek iyi gelmiş olsa gerek aracım yeniden çalıştı. Acil bir şekilde
asansörün yolunu tuttum. Amacım alışveriş merkezinin tüm katlarını tek tek
dolaşmaktı. Asansörlerin bulunduğu yere geldiğimde ise 2 asansörden birinin
arızalı olduğunu fark ettim. Çalışan asansörü çağırmak kolaydı. En azından
çağrı butonlarının yüksekliği doğru ayarlanmıştı. Ama insan faktörünü
unutmuştum. Birkaç dakika bekledikten sonra asansör geldi ama içi insanlarla
doluydu. Hiç kimsenin inmeyeceğini ya da bana yer vermeyeceğini tecrübe
ettikten sonra asansörün kapıları, şarjı biten aracım gibi yüzüme kapandı.
Bir süre aracımı dinlendirip asansöre
girememeyi tecrübe ettikten sonra AVM'den ayrılmaya karar verdim. Giriş
yaptığım kapıya aracımı birkaç defa kapatıp açarak ulaşırken; kapalı kapının
açılması için kapının önünde bekleyen bir kişiden yardım istedim. Yardım
istediğim kişi bir Bulgar'dı. Sağlıklı iletişim kuramadığımı düşünmek istiyorum
ki birkaç defa kapıyı göstermeme rağmen açmadı. Görevlilere de bir türlü
kendimi fark ettiremedim ve en sonunda yılgınlığımı fark eden Bulgar
misafirimiz insafa geldi ve kapıyı açtı. Dışarıya çıktığım gibi hayatın bu
kadar zor ve yorucu olmaması gerektiğini düşünerek ve derin bir nefes alarak
kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Geldiğim yoldan geri dönerek AVM'nin hemen
yanındaki benzinliğe doğru gidiyordum ki aracım tamamen kapandı. Açmayı ne
kadar denesem de karşılık bulamayınca da yeniden bir yardıma ihtiyacım olduğunu
anladım. Dernek Başkanı Serpil Erkenciler'i aradım ve yardımıma yetişti. Yanıma
geldiğinde ise etraftaki garip bakışları aldırmadan araçtan ayağa kalktım.
Dimdik ayaktaydım ama birkaç saatte yaşadıklarım o kadar kırıcıydı ki başım
önde sürekli söyleniyordum. Acı deneyimim sona ermiş, sıcak bir çay için dernek
binasına geri dönmüştük. O an dernek üyelerinin neden dernek binasından çok
fazla dışarı çıkmadığını anladım. Sosyalleşebilmelerinin belki de tek adresi
dernek binasıydı. Onların her gün defalarca yaşadıklarını birkaç saat
deneyimlemem bile bana '˜Yeter' dedirtmişti. Çaylarımız geldi, bir süre yaşadıklarımı
paylaştım ve onların yaşadıklarının çok küçük bir bölümünü deneyimlediğimi
anladım.
Günü bitirirken hayatımın en önemli deneyimini yaşadığımı söylerken, yanımda olan herkese teşekkür edip dernekten ayrıldım. Böyle bir deneyimin ardından hayatımın bundan sonraki bölümünün aynı olmayacağına inanıyorum. Bakmak ile görmek arasındaki farkın en keskin çizgilerinden birini deneyimlerken, ihtiyacımız olanın yardım eli değil, '˜Biz' olabilmek olduğunu düşündüm. Edirne ya da dünyanın bir diğer ucundaki başka bir şehirde yaşıyor olabiliriz. İnsanoğlu nerede ve nasıl doğacağına karar veremiyor ama hayatına nasıl devam edeceğinin kararı kendisinde saklı. Bizler, bir arada hayatın tümünü oluşturuyor ve devamlılığını sağlıyoruz. Bu yüzden de '˜Biz' olmalıyız. Farklı özelliklerimiz, kişiliklerimiz, düşüncelerimiz ve hayat tarzlarımız var. Bir arada yaşamı gerçekten sağlayabilmemiz için de hayatı yaratanları bir araya getirerek '˜Biz' olmalıyız. Dil, din, ırk, cinsiyet ya da hayatın içinden herhangi bir farklılığı geri plana itmeden, engellemeden birlikte yaşamı inşa etmeliyiz. Bunun oluşabilmesi için de başta örgütlenmenin en başındaki Valilik, Belediye Başkanlığı gibi kurumların ve alt müdürlükleri olmak üzere kenti oluşturan tüm yurttaşlara önemli görevler düşüyor. Kusurları yaratmak, görmekten; çözümüne kavuşturmak, engellemekten daha kolay. Bakmayın görün ki '˜Biz' olalım.