Bağlan'dan ikinci kitap

Edirneliler, O'nu Birreklam Tabela'nın sahibi Cevat - Öznur Bağlan çiftinin kızı olarak bilse de ülke genelinde '˜Sporun Hukukçusu' kimliğiyle avukatlık mesleğini icra etmeye devam eden bir isim Aysu Melis Bağlan. 'Sporda Uluslararası Tahkim Yargılaması ve Türkiye'deki Hukuki Durum' adlı ilk kitabının ardından 'Anne Ben Şike Mağduru muyum?' adlı ikinci kitabını 2020 yılının ilk günlerinde okurlarıyla buluşturan Bağlan, hem kitabı, hem de ülkemizdeki özellikle futbol ile ilgili konularda GÜNDEM'in sorularını yanıtladı.

TAKİP ET

Ülkemizde '˜Sporun Hukukçusu' kimliğiyle tanınan, Edirnelilerin ise Birreklam Tabela'nın sahibi Cevat - Öznur Bağlan çiftinin kızı olarak bildiği Av. Aysu Melis Bağlan, 'Sporda Uluslararası Tahkim Yargılaması ve Türkiye'deki Hukuki Durum' adlı ilk kitabının ardından 'Anne Ben Şike Mağduru muyum?' adlı ikinci kitabını okurlarıyla buluşturdu. Bağlan, Velespit Yayınları'ndan çıkan 'Anne Ben Şike Mağduru muyum?' adlı kitabı ile ilgili soruları GÜNDEM için yanıtlarken; ülkemizde en çok takip edilen sporların başında gelen futbol, şike iddiaları, passolig ve 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun ve spordaki erkek egemen dil ile ilgili açıklamalarda bulundu.

-İlk kitabınız 'Sporda Uluslararası Tahkim Yargılaması ve Türkiye'deki Hukuki Durum' ile ikinci kitabınız 'Anne Ben Şike Mağduru muyum?' arasında nasıl bir fark oluştu?

İlk kitap, akademik bir kitaptır. Üniversitelerde okutulan akademik bir eserdir. İkinci kitabım '˜Anne Ben Şike Mağduru muyum?' ise hikâyeli makalelerden oluşan, sporu, hayatı ve hukuku bir bütün olarak anlatan, daha basit dilde yazılmış günlük bir kitaptır.

-Ülkemizde en yaygın sporların başında futbol geliyor. Futbolda en çok tartışılan konulardan biri de şike. Bu konuda televizyon kanallarında her kafadan bir ses çıkarken, kitap yazım aşamasında bir çekinceniz oldu mu?

Hiçbir çekince hissetmedim. Ben zaten avukatım. Keşke bu kadar bilmeden konuşan insanlar biraz çekince hissetseler. Yazarken benim çekince hissedeceğim bir şey olmadı.

-Kitabınızın tanıtım yazısında bir başarsızlık hikâyesi tanımı bulunuyor. Bu başarısızlık hikâyesi nedir?

Spor hukukçusu olamadığım için kendimi sporun hukukçusu ilan etmek durumunda kaldığım bir kariyer örgüm oldu. Bu süreçte biraz kendi hikâyemden de bahsediyorum. Belki genç meslektaşlar için veya inandığı meselelerde biraz ısrarcı olabilecek insanlara ilham vermesi açısından öyle bir şey kullandım.

-Spor hukukçusu ile sporun hukukçusu kavramları arasında yaşadığınız geçiş sürecinde ne hissettiniz?

Ben bu konularla ilgilenmeye başladığımda herkes spor hukuku uzmanı diye televizyonlara çıkıyordu ve aslında bu bir bilim değildi. Şimdi de öyle yazıldığı oluyor ama ben ikisini ayırıp, '˜Bu benim kendi yolum' dedim ve kendi söylemimi geliştirmek için kendime açtığım bir alan olarak gördüm. Bu şekilde de kendimi sporun hukukçusu ilan ettim. Bu aynı zamanda benim yasal olarak markam.

-Günümüzde spor hukukçusu olmak mümkün değil mi?

Hâlâ oldukça zor. Gittikçe konular daha gündeme geliyor, daha çok konuşulan bir hale geliyor. Fakat hâlâ bilim diyemeyiz. Bu konuda yeteri kadar akademik çalışma henüz yapılmadı. Spor hukuku, ders olarak kürsülerde yeteri kadar yer bulmadı.

-Sporda ciddi anlamda erkek egemen dil hâkim. Bir kadın olarak erkeğin bu kadar egemen olduğu bir alanda kitap yazmak ve erkeğin diline hitap edebilmek nasıl bir deneyimdi?

Bu bence toplumun bir meselesidir. Hangi işlerle kadınların ilgileneceği, hangi işlerle erkeklerin ilgileneceğine toplumsal cinsiyet dediğimiz bu kavram ne yazık ki karar veriyor. Toplum bizim arkamızdan iş çevirerek böyle bir karar veriyor. Dolayısıyla kendim gibi, bir kadın gibi ilgilenip, bir kadın gibi yorumluyorum. Bu konuda erkekler bir şey düşünüyorlar mı ya da rahatsızlar mı bilmiyorum. Bana henüz böyle bir rahatsızlık iletilmedi. Fakat erkek egemen dil olması, bu toplumun bir şekilde dönüşmeyeceği anlamına gelmiyor. Bilim adamından bilim insanına geçilen bir süreçten geçiyoruz. Evet, çok yavaş ilerliyor ama neticede bir gün daha pozitif bir yere gelecek. Dolayısıyla beni bu konuda etkileyen bir şey olmadı. Spor, hukuk ve hayat hepsi bir bütün olduğu için bir kahvaltı masasındaki alışverişten tutun da günlük hayatta hiç farkında olmadan kaç tane sözleşme imzaladığımıza kadar, okuduğumuz bir kitapla izlediğimiz bir haberi nasıl birleştirebileceğimize kadar her şeyi hem kadınlar, hem erkekler kitabımda bulabilirler.

-Bugün ülkemizde sporun içinde yer alan kişilerin şike mağduru olabilme ihtimali var mı? Hukuki anlamda bir açığımız mı var? Yoksa şu andaki durumumuz tozpembe olarak adlandırılabilir mi?

Bu durum benim kendi hikâyemde de geçiyor. 2011 senesinde Türkiye'de şike süreci olarak bilinen süreçten önce Türkiye Futbol Federasyonu'nun lisanslı futbolcu temsilciliği, yani futbolcu menajerliği sınavına katılmıştım. Benim girdiğim sınav, kopya çekildiği gerekçesiyle iptal oldu ve şike olayları oradan patladı. Dolayısıyla kendi hikâyemde böyle bir şey geçtiği için kitabın adını da bu sınav getirdi. Bu sınav aynı zamanda Türkiye'de yapılan son sınavdı. Kitapta şike sürecinin başlamasıyla kariyer örgümün etkilendiği bir durum var. Türkiye'de spor veya bu konuyla ilgili hiçbir konunun tozpembe olmadığı açıktır. Hatta bugün (dün) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye Futbol Federasyonu Hukuk Kurulları'nın bağımsız ve tarafsız olmadığına dair bir karar verdi. Dolayısıyla bu sadece bir yorum olmaktan çıktı. Zaten yorum olmaktan çıkmıştı. Biz dilimizin döndüğünce senelerdir söylüyoruz fakat artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Türkiye'yi bu konuda cezalandıracağı için durum daha tartışılır bir hale gelecek.

-Türkiye'de taraftar gruplarının en çok şikâyetçi olduğu konuların başında passolig ve 6222 sayılı Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun geliyor. Bu uygulamalar, taraftarın iddia ettiği gibi spordaki yanlışlara olan tepkinin önünü kesmek için mi, yoksa bugüne kadar gelinen süreçte sporu destekleyici bir altyapı da oluşturdu mu?

Hiçbir şekilde bir altyapı oluşturduğunu düşünmüyorum. 6222 sayılı yasayı okuduğumuzda, yasanın adı her ne kadar sporda şiddet ve düzensizliğin önlemek olsa da ne yazık ki bu düzensizliği ve şiddeti sadece taraftarın yaptığını düşünen bir anlayış var. Buna tabii ki topyekûn karşıyız. Futbol veya sporu sadece taraftardan korumaya yönelik bir yasa yapımı veya böyle bir düşünüş ne kadar bütüncül, ne kadar insan haklarına uygun? Bunun ayrıca tartışılması gerekiyor. Çünkü bu vakte kadar en fazla şiddet uygulayan kişilerin de yöneticiler, yetkililer, antrenörler ve futbolcular olduğunu görüyoruz. Köşede birbirlerini sıkıştırarak küfür eden birçok durumla karşı karşıya kalıyoruz. Ne yazık ki yasa ismiyle bütünleşebilecek bir şekilde uygulamalara hâlâ imza atamadı. Passolig de çok tartışmalı bir süreçti. Kişisel verilerin korunmasıyla ilgili haklar ihlal edildi. Bir yandan da güvensizlik ortamı yaratıldı. Ne yazık ki bunlar da hatalı uygulamalar ve ortada değişmeye muhtaç bir yasa var. Dolayısıyla spordaki barışçıl zemine bir katkısı olduğunu söyleyemeyeceğim.

-Türkiye'de şike algısı yaratıldığını düşünüyor musunuz?

Davasında bulunmadığım, dosyasını okumadığım bir konuyla ilgili ne desem avukat olarak boşa çıkmış olurum. O yüzden evet, burada bir algıdan bahsedebiliriz. Her şeyden önce ben Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıyım. Herkes gibi ben de taraftarım, sevdiğim kulüpler var. Herkes gibi ben de mağdur olabiliyorum. Gerginlik tırmanıyor. Şu günlerde de kulüplerin karşılıklı yaptığı açıklamalar biraz beklediğimizin dışında gelişiyor. Herkes gibi böyle bir algı olduğunu da düşünüyorum. Fakat şikenin de ne olduğuna bakmak lazım. Şike, '˜Ben yaptım', '˜Sen yaptın' denilecek bir şey değil. Bir avukat olarak tanım üzerinden söylemem gerekirse bu işteş bir fiildir. Ben yaptıysam sen de yaptın, karşılıklı yani. Bu bir alışveriş. Dolayısıyla taraflar birbirlerini suçluyorlar ama bir kişi şike yaptıysa bunun karşısında başka bir kişi de var. Bunu unutmamak lazım.

-Beşiktaş taraftarı, Van depremzedeleri için destek amacıyla maç sırasında sahaya atkı atmıştı. Aynı uygulamayı Fenerbahçe taraftarı da Elazığ ve Malatya depremzedeleri için yaptı. Bu uygulamada kulüplere ceza verilmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Van depremi olduğu zamanda ceza verilmesi Beşiktaş camiası için çok kalp kıran bir şey olmuştu. Çünkü dayanışma için yapılmıştı ve kulübe bir para cezası kesilmişti. Beşiktaş JK de parayı ödemeyi kabul etmiş ve paranın depremzedeler için kullanılmasını istemişti. Bunun akıbetini bilemedik. Federasyon da hiçbir fırsatı değerlendirmediği gibi bu fırsatı da değerlendiremedi. Fenerbahçe'nin yaptığı destek sonrasında birçok kişi gibi ben de, '˜Umarım TFF böyle bir şeye ceza vermez' diye sosyal medyadan çağrıda bulundum. Umarım böyle bir ceza hiçbir kulübe bir kez daha verilmez.

-Edirnespor, Bölgesel Amatör Lig'de mücadele ediyor. Edirnespor yönetiminden taraftarına kadar amatör mücadele veren kulüpler için kitabınızda özellikle altını çizmek istediğiniz bir yer var mı?

Hem 'Sporda Uluslararası Tahkim Yargılaması ve Türkiye'deki Hukuki Durum', hem de 'Anne Ben Şike Mağduru muyum?' kitaplarımdan ayrı ayrı faydalanabilirler. Özellikle teknik ve yönetsel kısımda daha ileriye gidebilmek, hak mahrumiyetleri yaşamamak, süreçlerden daha kazançlı çıkmak adına ilk kitabımı çok tavsiye ederim. İkinci kitabım ise çok kapalı kapılar ardında yapıldığını düşündüğümüz, asla anlayamadığımız, '˜bizden uzakta oralarda neler oluyor?' dediğimiz şeylerin çok da uzak yerlerde olmadığı gösteren ve biraz yakına getiren bir kitap. Hem hak arama bilinci, hem de bilgi edinme hakkı hepimize aittir. Yeryüzünde bir hak varsa hepimize aittir. Hem adaleti, hem de güzel hikâyeleri çok uzaklarda aramamak lazım. O yüzden iki kitabı da ayrı ayrı tavsiye ederim.