Bologna da hemen hemen aynı diyebiliriz. Bölgenin büyük ve ekonomik
açıdan en güçlü şehirlerinden birisidir. Binlerce öğrenci ve genç okumak ya da
iş bulup hayatına devam etmek için bu şehre gelir. Bildiğiniz üzere bu yıl okullar
pandemi sebebiyle pek randımanlı eğitim veremediler. İnternet üzerinden uzaktan
eğitime başlanınca öğrenciler ailelerinin yanlarına döndüler. Evde bir şekilde
tencere kaynıyor ve aileleri önlerine sıcak yemeklerini koyuyor, bu açıdan
sıkıntı yok fakat iş dolayısıyla şehir değiştirmiş, ailesinden ayrı yaşamayı
tercih etmiş ya da bir şekilde hayatı yalnız başına yaşamak zorunda kalmış
insanlar için bu durum biraz farklı. İşte az önce bahsettiğim tren garının
önündeki ana caddede onlarca sokakta yatan, dilenen insan gördüm. Bologna’ya
ilk gidişim değil, buna dayanarak söyleyebilirim ki eskiden bu derece evsiz,
barksız ya da dilenen insan yoktu. İçlerinde bunu iş olarak yapanlar vardır
muhakkak. Fakat ben size köpeği Ares ile dilenmek zorunda kalan bir gençten
bahsedeceğim. Adı Marco (Marko), virüs belasından önce özel bir şirkette maaşlı
çalışanmış. Kimi kimsesi yok, hayata tek başına tutunmayı başarmış (olması
gerektiği gibi.) İnsanın bir tanıdığı, akrabası ya da anası babası yanında
olunca bazı işler daha kolay yürüyor, siz de biliyorsunuz. Bu sene yaşadığımız
berbat durum gibi durumlarda aile desteği çok iyi geliyor insana; hem maddi hem
manevi açıdan insan kendini daha farklı hissediyor. Olmayan ne yapsın?
Marco, virüs
sebebiyle işinden ayrılmak zorunda kalmış ve köpeği Ares ile bir çadırda
kalıyor. Bu sene kış şansına çok sert geçmiyor, yani en azından içinde
bulunduğumuz Aralık ayına kadar bize kış olduğunu fazla hissettirmedi. Her ne
kadar kar, tufan yapmasa da çadırda kalmak evde kalmaya benzemez. Ben genelde
sokakta yürürken bu tarz durumlarda yardımı talep edenin gözlerine bakarım. Eğer
hafiften bir utanma sıkılma durumu hissetmişsem yardım etmeyi tercih ederim.
Samimiyetini, gerçekten ihtiyacı olup olmadığını size en iyi şekilde anlatan
gözlerdir. Marco’yu görene kadar en az beş altı - faklı yüz gördüm o gün. Dünya
çok da umurlarında değilmiş ve sanki rol yapıyorlarmış gibi geldi bana. Ares’i
görünce benim Paşa geldi aklıma (3 yaşında Golden Retriever ırkı köpeğim.)
Ellerinizden öper. İşin esprisi bir yana, arkadaşın mecbur kaldığı bir durum
olduğunu hissederek, gördüğüm ilk dükkana girdim. Bu tarz işler anlatılmaz ama
olayın içinde ince bir detay olduğu için anlatıyorum. Çünkü birazdan Marco’nun
gerçektende mecbur kaldığı için orada olduğunu yaptığı hareketle daha iyi
anlayacaksınız. Alışverişi yaptıktan sonra yanına uğradım; poşetin içinde Ares
için et vardı. Kendisine de ısınmasına yardımcı olacağını düşündüğüm bir şişe
kırmızı şarap, yemek, çikolata vs. bir şeyler koydum. Poşeti teşekkür ederek
aldı ve içine baktı. Ares için eti poşetin içinden ben aldım ve önüne koydum.
Bir - iki kere kokladı ama yemedi. Marco da poşetin içerisinden şarap şişesini
çıkardı ve alkol kullanmadığını, et yemediğini yani vejetaryen olduğunu
söyledi. Başka bir arkadaşına hediye edebileceğini ilave ederek sohbete daldık.
Farka bakar mısınız? Ares mamaya alışık olduğu için önüne koyduğum eti yemedi,
Marco da vejetaryen olduğu için her şeyi yemediğini söyledi. Yani bu genç adam
virüsten önce bir yaşam tarzı olan, gelirine göre kendisini geçindiren
birisiymiş. Evi barkı yok ama prensipleri var. İşte sizler de sokakta
gördüğünüz insanların gözlerine bakın. Eğer o enerjiyi hissediyorsanız yardım
edin lütfen. İyilik yap denize at demişler, yapın ve atın bir kenara. Sokakta
gördüğünüz dilenen her insanın ayrı bir hikayesi var, gidip dinleyin. Belki
benim gibi siz de gerçekten yardıma ihtiyacı olan birine denk gelirsiniz.
Not; Olayı
paylaşmamı mazur görün (yapılan iyilik söylenmez ama olağandışı bir tesadüf
olması sebebiyle bu yazıyı kaleme aldım.) Bana çok garip geldiği için sizlerle
paylaşmak istedim. Düşünün vejetaryen bir dilenciye denk geliyorsunuz, ne
yaparsınız?