|
|
|
|
Tükenmişlik sendromu |
10.12.2020 - 10:23:23 |
|
|
Salgınla birlikte yaşadığımız deneyim bir “tuhaf” geçiyor.
“Tuhaf” diyorum çünkü insanlık olarak yaşadığımız deneyimi tanımlayacak başka
bir sıfat bulamadım.
Uç deneyimler yaşadığımız bir yıldı.
Bir anda başlayan karantina, arada biraz normale dönmeye çalışmak, sonra
yeniden karantina…
Üstelik bu seferki daha ağır gibi.
Mevsimin de etkisi var güneşli günler azaldı, gün artık kısacık, hava soğuk.
Sürekli kapalı alanlarda vakit geçirmek zorunda kalmak zaten normal şartlarda
bile insanı zorlarken şimdi evde üç kişi bile olsak kalabalık ve tehlikeli.
Hastalık her an her yerden gelebilir, kim bilir belki en yakınınıza siz
bulaştırırsınız.
Evde kalma lüksü olmayanlar –evet bu şartlarda evde kalabilmek bir lüks- için
dışarı çıkmak zorunda olmak ekstra stres kaynağı.
Nereden ve nasıl geleceği belli olmayan bir düşmana karşı hırsla savaşmaya
çalışmak hem insan bedeni hem de psikolojisi için çok yorucu.
Bir de üzerine bakımını üstlendiğiniz sevdikleriniz varsa işler hem psikolojik
olarak hem de fiziksel olarak daha da karışıyor.
Bütün önlemleri aldığımız halde aynı yukarıda dediğim gibi nereden geleceği
belli olmayan bir düşmana karşı savaşmak çok yorucu.
Ne zaman biraz da olsa gevşeyeceğinizi bilememek yıpratıcı.
Evde kalmanın ve bir yandan da salgınla savaşmanın istisnasız herkes için
yıpratıcı etkileri var.
Hem de bir tane değil.
Ama bu evde kalmanın bir de kadınlar için görünmeyen bir yüzü var.
Ev işleri…
Evin “hanımı” ya da “kızı” iseniz iş yükü tamamen sizin üzerinizde.
Üstelik mesai saatleriniz de esnek değil ya da dönüşümlü çalışamıyorsunuz.
(Bu arada ister evden çalışan olun ister işe gidip gelmek zorunda olun evdeki
işler de sizin tabi ki. Durmak yok yahu çalışın)
Diyelim ki bir işiniz olsun olmasın evde kalabilenlerdensiniz; sabah ev ahalisinin
uyanması ile başlayan mesainiz en iyimser zamanlamayla onların yatmasıyla
birlikte bitiyor.
Ev halkı sadece yetişkinlerden oluşmuyorsa bakıma muhtaç çocuk ya da yaşlı
varsa işler daha da karışıyor.
Bir anda kendinizi sürekli fazla mesai yaparken buluyorsunuz.
Aynı anda birden fazla iş yapmanın artık marifet sayılmadığı “farkındalık”
seminerlerinde size kahvenizi içerken kahvenizden başka bir şey düşünmeyin diye
tembihlenir.
Ama bu şartlarda siz kendinize kahve yapmaya bile zaman bulamayabiliyorsunuz.
Aman canım neyse zaten zaman yatma zamanı değil.
Fiziksel olarak aynı anda birçok işi yapmak nasıl zorsa psikolojik olarak da
aynı anda birden fazla stres etkeniyle meşgul olmak da zor.
Arka planda sürekli bir “Acaba yetebiliyor muyum?” sorusu sizi yokluyor.
Üstüne bir de “Sevdiklerim güvendeler mi?”, “Ya ben onlara iyi bakım
veremiyorsam”, “Her gün işe gelip gitmek zorundayım ya taşıyıcıysam?” soruları.
Bitmedi “Akşama ne pişirsem?” ve “Çamaşırları sermiş miydim ben?”
“Bu marketten aldıklarımızı dezenfekte etmiş miydik?!”
Tam bir tükenmişlik sendromu yani.
Hangimiz ne zaman “hata” vereceğiz bilmiyorum.
Ama tek isteğim bir an önce bugünleri sağlıklı bir şekilde atlatabilmek.
En azından fiziksel olarak.
Psikoloji kısmına sonra bakacağız, önce şu yemek bir pişsin de onu da bir ara
çözeriz.
Bu yazı da zaten bir yandan yemek yapmaya çalışırken (az kalsın dibi tutuyordu)
yazıldığı için karmakarışık bir şey oldu.
Başında ne anlattım sonunda nereye bağladım belli değil!
Ama var ya sevgili okur bir bezelye yemeği yapmışım yanına da pilav…
İkisi de muhteşem oldu.
Yazarınız salgınla savaşta bu seferlik yazıyı değil yemeği kurtardı.
Şeref golü gibi bir şey bu.
Tükenmişlik sendromu: 10 – Yazarınız: 1.
Kaynak: İlkyaz Savaş |
1195 Kişi tarafından okundu. |
|
|
|
|
Yorumlar
 |
( 0 ) yorum |
|
|
Bu Yazara Ait Diğer Yazılar |
|
|
|
|
|
|
![]() |
|
|
|
 |
Anket |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|