Bence yok.
Olamaz, olmamalı.
Güzel Edirne’mizin sadece bir yeri sevilecek olsa ben oyumu istisnasız
Karaağaç’tan yana kullanırdım.
Karaağaç’ın gönlümdeki yeri ayrı.
Annem orada doğmuş, büyümüş.
Anneannem hala orada yaşıyor.
Benim de küçüklüğüm özellikle yazları orada geçti.
Belki hatırlarsınız bir bayram yazısında size oradaki bahçeli evden
bahsetmiştim.
Küçükken kuzenimle hep bahçede oynardık yazları.
Sonra biraz büyüyüp bisiklete binmeyi öğrendiğimizde bu sefer korunaklı
dünyamız olan bahçeden çıkıp dış dünya ile tanıştık.
Zannedildiği gibi bir kaosun içine düşmedik tabi ki de.
Çünkü Karaağaç’taydık.
Sayfiye yeri gibi bir yerdi Karaağaç, biz onları tanımasak bile insanlar bizi
tanıyordu.
Kimin kızı ya da kimin torunu olduğumuzu biliyorlardı.
Başımıza bir iş gelmeyeceğini bilmenin rahatlığıyla bisikletle bütün sokakları anneannemin
evinde taa merkeze kadar (!)
Çocuk gözüyle dünyanın bir ucu gibi geliyordu bize.
Daha o zamanlar Karaağaç’ın Edirne’nin diğer yerlerinden çok daha farklı
olduğunu çocuk gözüyle fark etmiştik.
Sokaklar çok düzgündü ve genişti.
Merkezdeki eski binalar bizim evlere hiç benzemiyordu.
Burası diğer yerlerden çok değişikti.
Çocuk aklımızla neden olduğunu bulamamıştık ama yine de o sokaklarda kaybolmak,
bazıları yıkılmaya yüz tutmuş o tarihi evlere hayranlıkla bakmak, Lozan
Anıtı’nın bahçesinde gezinmek bizi fazlasıyla heyecanlandırıyordu.
Sonra büyüdük, her büyüyen çocuk gibi ilk önce çocukken sevdiğimiz yerlerden
vazgeçtik.
Artık yazları anneannede kalmayacak kadar büyümüştük, şehir merkezinde okulumuz
ve arkadaşlarımız vardı.
Bahçe de zaten bizim düşündüğümüz kadar büyük değildi ve Karaağaç artık sadece
“Hı hı evet güzel bir yer”den ibaretti
bizim için.
Bu zamanların da üzerinden yıllar geçince Karaağaç’ın eskiden (çok çok eskiden)
“küçük Paris” diye adlandırıldığını, Avrupa’nın çeşitli yerlerinden
sakinlerinin olduğu bir “sayfiye” yeri olduğunu öğrenmiştim.
Bu bilgiyle birlikte küçükken fark ettiğimiz farklılıklarla ilgili taşlar
yerine oturmuştu bir parça.
Edirne’nin Karaağaç Mahallesi’nde zamanında bir İtalyan Kilisesi olduğunu da
ilk kez Karaağaç’ta doğmuş büyümüş ve hayatını orada geçirmiş anneannemden
duymuştum.
Ve çok şaşırmıştım.
Öyle ya kuzenim ve ben Karaağaç sokaklarını bisikletle az gezmemiştik ve kilise
varsa biz nasıl görmemiştik?!
Anneannem hastalığının (Alzheimer) ilerlemesiyle birlikte eskiye dair daha
fazla anısını anlatır oldu.
Pazarkule yolundaki kilise de bu anıların içinde sıklıkla tekrarlanıyor.
Arkadaşıyla birlikte kiliseye gittiklerini, arkadaşının kilisenin çanına
tırmandığını, kendisininse çıkmaktan korkup aşağıda kaldığını anlatıyor, bazen
de İtalyan bakkalı.
Bense artık 30 yaşıma gelmeme rağmen hala şaşırıyorum bu hikayelere.
Öyle ya Edirne’de bir dönem Yahudilerin, Rumların ve Ermenilerin olmasını
mantığım kabul ediyor da İtalyan mı?
Bir dakika İtalyan ne arıyor Karaağaç’ta?
Bu sorunun cevabını Rum, Ermeni ve İtalyan kökenleri olan ailesinin hikayesini
online 2Mi3Museum’un kurucusu Dimitri Daravanoğlu veriyor.
İsterseniz hep birlikte haftaya onunla paylaşımlarıyla birlikte Karaağaç’ta
yaşayan İtalyan Sanzoni ailesinin hikayesine göz atabiliriz.
Ne dersiniz, sevgili okur?
Bu tarihe not düşmeyi bana lütfeder misiniz?