Bu virüsün ülkemizde etkili olmaya
başladığı tarih, beni zihnen hem siyaset, hem edebiyat tarihimizin önemli bir
gününe götürdü. O da İstiklal Marşı’mızın TBMM’in gündemine üçüncü kez geldiği
ve kabul edildiği tarih olan 12 Mart 1921 tarihidir. Doksan dokuz yıl evvel bu
günlerde Anadolu’da bu topraklarda var olup olmama savaşını veriyorduk. Üstelik
o savaşta düşman karşımızda ve her türlü savaş malzemesiyle donanmış olarak
karşımıza geliyordu. O savaşı, biraz da cephelerimizdeki askere coşku ve
heyecan, cephe gerisindeki halkımıza umut ve iman veren İstiklal Marşı’mız
kabulüyle kazandık. O gün marşımızın TBMM’nde görüşülmesi sırasında yapılan
konuşmalar ve yaşanan heyecanlı davranışlar bunun somut birer göstergesidir. O
tarihteki sıkıntılı günlerimizi marşımızın doğurduğu heyecanla atlattığımız
gibi, bugünkü sıkıntılarımızı da birlik ve dayanışma gücümüz ile Bilim
Kurulu’muzun önerilerine titizlikle uymak suretiyle aşacağımız kesindir.
Bu inancımızı iyice pekiştirmek için
İstiklal Marşı’mızın TBMM’ine üçüncü kez gelişi tarihindeki müzakerelerin kısa
bir bölümüne yakından bakmamız uygun olur. O oturumun başkanı ünlü romancımız
Halide Edip Adıvar’ın kocası Adnan Beyefendi’dir. Oturum açılınca Başkan,
İstiklal Maşı dosyasını takip eden dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah
Suphi’ye söz verir. Hamdullah Suphi, yaptığı sunuş konuşmasında İstiklal Marşı
yazma yarışmasının o zamana kadarki gelişmesini özetledikten sonra, Anadolu
mücadelesi uzun müddetten beri devam ediyor; bunu ifade etmek, bunun ruhunu
söylemek üzere yazılmış olan şiirlerden birini İstiklal Marşı olarak ne kadar
evvel seçersek, faydası o kadar fazla olur, diyerek marşın bir an önce
seçilmesini istemiştir.
Devamında Muhittin Baha (Bursa
milletvekili), Yahya Galip (Kırşehir), Besim Atalay (Kütahya), Dr. Suat
(Kastamonu), Hacı Tevfik Efendi (Çankırı), Tunalı Hilmi (Bolu), Refik Şevket
(Saruhan), İhsan Bey (Cebelibereket), Refik Bey (Konya), Hamdi Namık (İzmit) ve
Hüseyin Bey (Elazığ) söz alırlar. Genel olarak şiir, daha da önemlisi bir
milletin İstiklal Marşı olarak seçilecek bir şiirin nasıl olması gerektiğine
dair birbirinden farklı görüşler ortaya atarlar. Onların arasından, bir örnek
olmak üzere, sadece Tunalı Hilmi’nin görüşlerine kısaca değinelim. Tunalı
Hilmi, meselenin gayet mühim olduğunu ifade ettikten sonra, milli marş olarak
seçilecek bir şiirde “ufacık bir yakışıksızlık” bile bulunmaması gerektiğini
söyler. Bir Encümen-i Mahsus-ı Edebi kurulmasını önerir. Bu encümen gelen
şiirlerden birini seçer. Daha sonra seçtiği “şiirin sahibini” çağırır ve ona
şiirini daha güzel bir duruma getirmesinin yollarını gösterir: “Der ki ona, şu
mısraı terk ederseniz veya şu mealde tebdil ederseniz ve şu kelimenin bununla
tebdili elzemdir, o zaman o manzume daha parlak olur. Sahibi muvafakat eder ve
manzume daha iyi olur. İstirham ederim, bu noktaya dikkat buyurunuz.
Arkadaşlar, manzumenin baştanbaşa iyi olmasını bütün samimiyetimle arzu ediyorum
ve bu teklifte bulunuyorum”.
Tunalı Hilmi’nin İstiklal Marşı olarak
seçilecek şiirin “baştanbaşa iyi” olmasını istemesini saygı ile karşılamakla
beraber, iyi ve güzel bir şiirinin gösterdiği yolla meydana getirilebileceğini
düşünmesi, şiir sanatını anlamadığını ortaya koyan bir davranışıdır. Nitekim o
konuşurken, önceki oturumda okunan Mehmet Akif’in şiirinin etkisi altında
kalmış olan milletvekillerinin oturduğu meclis sıralarından “gürültüler”,
“handeler” ve “Memiş Çavuş” sesleri yükselmiştir. Bu sayededir ki hem içerik,
hem biçim bakımından tam bir sanat eseri olan Mehmet Akif’in şiiri, meclisin
tercihine uygun olarak üstünlüğünü devam ettirmiştir.
Söz alan milletvekillerin konuşmalarından
sonra iki görüş ortaya çıkmıştır: 1) İstiklal Marşı olacak şiiri Meclis seçsin,
2) İstiklal Marşı olacak şiiri salahiyetli bir encümen seçsin. Devam eden
konuşmalar sırasında, aralarında Mehmet Akif’in şiirinin oya konulmasını
isteyenler de dâhil olmak üzere, 14 önerge verilmiştir. Sonunda Başkan Mehmet
Akif’in şiirini oya koymuş ve şiir “ekseriyet-i azime” ile İstiklal Marşı
olarak kabul edilmiştir.