Onların bilim, düşünce, sanat ve davranışlarını
özlerine uygun olarak anlamak ve uygulamak, sonraki nesilleri, çalışma
hayatlarında kolayca başarıya ulaştırdığı gibi, şahsiyetlerini de koruyarak
varlıklarını devam ettirmelerini mümkün kılar. Bu tür şahsiyetli bireylerden
oluşan milletler de geçmişleriyle şimdiyi ve geleceği kolayca birleştirerek
dünya milletleri arasındaki seçkin yerlerini alırlar.
Tarihimizde hem büyük mana/gönül adamlarımız, hem büyük
madde/aksiyon adamlarımız vardır. Mevlana Celalettin Rumi (1207 Belh – 17 Aralı
1273 Konya) büyük mana/gönül adamlarımızdan biridir. Yazdığı 26 bin beyitten oluşan 6 ciltlik
Mesnevi’si, yüzyıllar boyunca Anadolu, Kafkaslar ve Balkanlarda evlerde, tekke
ve zaviyelerde okunmuş ve insanımızın sanat ihtiyacını karşılamıştır. Daha da
önemlisi, temel kitabımız Kur’an-ı Kerim’den esinlenen bilgi, düşünce ve
duygularıyla Mesnevi, insanımızı terbiye etmiş, hem gündelik hayatını, hem
sosyal hayatının düzenlemeye yardımcı olmuştur. Öyle ki edebiyat tarihimizde
Balkanlarda Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i ile Yazıcıoğlu Mehmet’in
Muhammediye’sinden sonra en çok okunan eser olduğuna dair söylentiler vardır.
Burada Yahya Kemal’in o ünlü cümlesini hatırlamanın tam zamanıdır:
“Türkler Balkanları pilav yiyerek ve
Mesnevi okuyarak fethetmişlerdir”.
Türk edebiyatı tarihi, kanaatime göre hem eski zamanlarda,
hem modern zamanlarda dört temel kitap üzerinde yükselmiş ve yükselmeye devam
eden görkemli bir yapıdır: Onları şöyle sıralayabiliriz: Mevlana’nın Mesnevi’si,
Korkut Ata’nın Dede Korkut’u, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i ve Mehmet Akif
Ersoy’un Safahat’ı. Bunlardan birini çekin, o muazzam yapı çöker…
Mesnevi’in aslı Farsça’dır. Bunun sebeplerini tartışmanın
yeri burası değildir. Bu eser, bütün veya bölümler halinde, gerek manzum, gerek
mensur olarak 32 kere Türkçe’ye çevrilmiştir. Sadece Türkçe’ye mi? Başta
İngilizce olmak üzere dünyanın pek çok diline de çevrilmiştir. Sadece
İngilizce’ye dört tane çevirisi vardır.
Bu çevirilerden bende hatırası olan iki tanesinden söz
edeceğim.
Birincisi, Amil Çelebioğlu’nun düşündürücü kaderiyle
ilgilidir… Marmara Üniversitesi’nde Yüksek Lisans Programı’nda Amil Çelebi oğlu
hocamdı. Tez aşamasındaydık. Bir konuyu danışmak üzere hocayla görüşmem
gerekiyordu. Amil Çelebioğlu, Mesnevi’yi on sekizinci yüzyılda asıl vezniyle
dilimize çevirmiş olan Nahifi’nin üç ciltlik Osmanlıca çevirisini, günümüz
alfabesiyle hazırlamış ve bastırmıştı. Akademik çevrelerde bu emeğe büyük bir
saygı duyuluyordu. Aştırmalarımın sonunda öğrendim ki hoca, hacca gitmek
istemiş, Türkiye’den vize alamayınca Almanya’ya gitmiş ve oradan aldığı Alman
vizesiyle kutsal topraklara ulaşabilmiş. Bu bilgiyi öğrenince hocanın Hac’dan
dönüşünü beklemeye başladım. Fakat ne yazık ki hoca Hac’dan dönmedi… 1990 yılında
Mekke’de yaşanan Tünel Faciası’nda can verenler arasında hoca da
bulunuyordu… Bu vesileyle hocama tekrar
sevgi, hürmet ve “Fatiha”larımı gönderiyorum…
İkinci hatıram National Institute of Modern Languages’in
müdürüyle ilgilidir. Pakistan’ın başkenti Islamabad’da yabancılara dil öğreten
bir enstitü vardır. O zamanlar bu enstitüde on dört yabancı dil öğretiliyordu.
Onlardan biri Türkçe’ydi. Her yabancı dil programında anadilinden gelmiş en az
iki okutman görevli bulunuyordu. Bu çerçevede bu kurumda görev yaparken bir gün
enstitü müdürü bir toplantı yaptı. Kurumla ilgili sorunlar üzerinde konuştuktan
sonra sözü, Mesnevi’yi İngilizce’ye başarılı bir şekilde çevirmiş olan Raynold
A. Nicoholson’ın çevirisine getirdi. Nicoholson’ın Mesnevi’yi niçin ve nasıl çevirdiğini
uzun uzun anlattı. Anlattıkları arasında dikkatimi çeken noktalardan biri:
Nicoholson, her gün Mesnevi’yi çevirmek üzere çalışma
masasına geçince, bir neyzeni odasının bir köşesindeki mindere oturtur ve ney
üflemesini istermiş…
O günden beri, 1990 doksanların ilk yılları, çevirme
eyleminin kaynak eserdeki kelimelerin sadece sözlüklerdeki kuru anlamlarını
erek dile aktarmaktan ibaret basit bir uğraş alanı olmadığını düşünmeye
başladım…
Toplantının sonunda müdür bana döndü ve bir soru sordu: “Siz
Türklerin bugün de ihtiyaç duyduğumuz “hoşgörü” anlayışını öne çıkaran Mesnevi
gibi bir eseriniz varken, dünyada neden Gece Yarısı Ekspresi filmiyle
tanınıyorsunuz? Türk aydınları bunu
sorguluyorlar mı? Ne düşünüyorlar?”
Salondaki dinleyicilerin yüzlerini bana çevirmelerini ve
meraklı bakışlarla cevap beklediklerini hiç unutamıyorum…