Bunlardan biri de Edirne. Şu satırları yazdığım Salı gününde
hiçbir partinin adayı belli değil. Benim yorumum kısaca şöyle: Partiler bu
seçimin ortada bir seçim olduğunu fark etti, kazanabilmek için doğru aday ilk
şart. Mevcut adaylar için yapılan araştırmalar hiçbir aday adayının seçimi
rahat alabileceğini göstermiyor. Ancak unutulmaması gereken bir nokta var;
Edirne’de seçimlerde aday olabilmek için adaylık başvurusu yapmak gerekmiyor.
Daha önce yaşanmış deneyler bunun açık kanıtı.
Seçimlerde sudan
konular mı konuşulacak?
Geçtiğimiz hafta yaşanan su baskınlarının bir afet halini
alması siyaseti sulandırdı. Muhalifi, münafığı hep bir ağızdan birbirini
suçlamaya başladılar. Bilinen bir hikaye vardır: Zina yaparken yakalanan bir
kadın İsa'nın huzuruna getirilir ve onun taşlanarak öldürülmesi talep edilir.
İsa bunun üzerine şöyle der: “Aranızda günahsız olan, ona ilk taşı atsın!”
Hiçbir yönetici, ister yerel yönetim, ister merkezi hükümet
adına konuşsun, kendini sütten çıkmış ak kaşık gibi gösteremez. İlgili bütün
kurumlar ve onları yöneten kişilerin az veya çok sorumlu olduğu bir felaket
yaşadık.“30-40 yıldır altyapı yapılmadı” diyerek yalan söyleyen yerel
yöneticiler de hatta bilgi sahibi olmadan bu koroya katılanlar da gelişmelerin
buraya gelmesinde pay sahibi. Yetersizlikleri olsa bile mevcut altyapıyı kötü
niyetten veya beceriksizlikten işletemeyen, sadece büyük ihaleyi “sen yaparsın,
ben yaparım” tartışmasını sürdüren yöneticiler ve onların gözü kapalı
taraftarları da sorumlu. Can alıcı soru da burada: İhalenin kimin tarafından
yapılacağı mı önemli, yoksa eksik altyapının tamamlanması mı?
Arşiv yalan söylemez
Biliyorum, balık hafızalıyız. Ancak Edirne’de yaşıyoruz,
belleğinizde yoksa gazete ve Belediye arşivlerinde var. Kanalizasyon ve yağmur
suyu toplama için kazılan yollar, yapılan dev kanallar ve set boylarında
yapılan pompa istasyonlarına ne oldu? Belediyenin İller Bankası’na olan
borçlarına bir baksınlar bir bölümü o yapılan işlere ait.
Altyapı yeterli mi? Elbette değil. Yapılaşmaya açılan her
yeni alan yeni altyapı ihtiyacı doğuruyor. Mevcut projenin hataları, eksikleri
var, var ama önce mevcut sistemi doğru dürüst çalıştıralım, sonra konuşmaya
yüzümüz olsun. Daha önce de sordum yine soruyorum, Yağmur suyunun nehre
aktarılması için kurulan pompa istasyonlarına ne kadar su geliyor, kapasitenin
üstüne mi çıktı? Yoksa hatların bakımı yapılmadığı için su oraya varamıyor mu?
DSİ’ye Mimar Sinan eseri
onarımı veren vali
Çok sevilen yere göğe sığdıramadığımız bir eski vali var,
hani “artiz vali” dersem anlarsınız. Onun döneminde su konusunda yazılar
yazdım, konuşmaları ve yaklaşımlarının anlamsızlığını vurguladım. Düzensiz
yağışların artacağı, bunun önleminin alınması gerektiğini vurguladım. O Vali
DSİ’ye bir talimat verdi. Sakın dere yataklarının temizlenmesi falan diye
düşünmeyin. Dönemin Bölge Müdürü bana danıştığı için konuyu biliyorum.“Senin
işin su ve kanal, Mimar Sinan’ın su yollarının ortaya çıkarılıp onarılması
işini sana verdim” demiş. Elbette DSİ’nin Sinan’ın su yollarını yapabilmesi
olanaksız ancak talimat verilip ödenek ayrılsa dere ıslahlarını yapabilirdi. O
zaman en azından kırsal alanlarda yaşanan can ve mal kayıplarının önüne
geçilebilirdi. Yani merkezi yönetim ve onun yereldeki temsilcileri de bu
felakette sorumlu hatta suçlu.
Uzmanlar ülkesi;
Türkiye
Herkes planlama ve altyapı uzmanı kesiliyor bu durumlarda. O
kadar çok ve gereksiz konular bir arada konuşuluyor ki, doğru ile yanlış
birbirine karışıyor. Planlamada hatalar yapıldığı sonuçlarından belli ancak
buradaki sorunu sırasıyla ve daha açıkça ortaya koymakta yarar var.
Birincisi bu olağan bir yağış değildi, doğru. Ancak böyle
olması yetkililerin sorumluluğunu ortadan kaldırmıyor. Zaten sadece kentte
değil kırsal alanda da tahribat yapmış olması da bunun bir doğal afet olduğunu
gösteriyor. Peki “doğal afet” veya “fıtrat” demek bir çözüm mü?Elbette değil.
Önceden yapılması gerekenlerin hepsini eksiksiz yaptığımızda yine de sorun
yaşıyorsak bunları söylemeye hakkımız olur. Kaldı ki, bundan sonra bu tür doğa
olayları ile daha sık karşılaşacağımız da uzmanlar tarafından genel kabul gören
bir gerçek.
Kırsal alanda sel ve dere yataklarının ıslahı elbette
zorunluluk. Ancak tarlalarda bir tek ağaç, bir çalı kümesi bırakmamamızın da bu
felaketi artırdığını kimse göz ardı etmesin.
Su parti ayrımı yapmaz
Aslında siyaset malzemesi yapılmayacak kadar genel bir sorun
her ilde başka bir siyasi parti tarafından malzeme yapılıyor. Bu konuda ortak
ve hızlı çözüm aramak yerine rakip partinin yönettiği bir kentte su taşkını ve
sel olmasını bekliyoruz. Hastalıklı ve işe yaramaz bir bakış açısı bu.
Ağacın, bitkinin yerini sadece beton ve asfaltın aldığı
kentlerden söz ediyoruz. Bunu sadece belediyelere fatura etmenin de eksik bir
tarafı var. Okullarımızın, konutlarımızın, işyerlerimizin bahçelerinin, hatta
kullandığımız açık alanların bile bizler tarafından betonlaştırıldığını
unutmayalım. Tüm çatılardan ve bir karış toprak bırakmadığımız bahçelerimizden
gelen yağmur suyunu yollara yönelten de bizleriz. Ve sonra o sulara çözüm
aranmasını istiyoruz.
Sorun ortaksa çözüm de
ortak olmalı
Altyapı gerekli elbette. En kısa sürede yapılmalı. Ancak
proje, izinler, finansman, uygulama her durumda yıllarımızı alacak. Oturup daha
hızlı daha pratik çözümleri bugünden yaşama geçirmenin yolunu arayalım. Bu
konuda bu gün unuttuğumuz geleneksel bir çözüm var; sarnıçlar. Sadece ahkam
kesmeyelim, evimizden, işyerimizden başlayıp sarnıçlarımızı yapalım, çatımızın,
bahçemizin suyunu toplayıp kullanalım veya yeraltına drenajını sağlayalım.
Hatta bu konuda Kalkınma Ajansına, AB’ye proje yapıp finansman isteyelim. Sorun
hepimizin, çözüme de ortak olmamız gerekmez mi?