Kendilerini çaresiz ve başarısız hissettikleri için ağlıyorlardı. Umutsuzluktan. Bu yaşta neyin başarısızlığı bu? Bizler kendimize, çocuklarımıza, gençlere ne yapıyoruz böyle? Dünyada yaşamayı unutup başka her şeyle meşgul oluyormuşuz gibi hissediyorum bazen. On üç yaşındaki gencin bu dünyada hayatta kalmak için matematik, dil bilgisi, kimya, fizik, biyoloji, tarih, yabancı dil, coğrafya, bilgisayar bilmesi gerekiyor. Bu çocuk paleolitik dönemde yaşasaydı (avcı - toplayıcı olduğumuz dönem) karnını doyurabildiği her gün başarılı sayılacaktı. Başarı kıstasları arş-ı alaya çıkmış. Çocuğun yaşamsal becerilerini ölçmek için mi yarım sayfalık olasılık problemi soruyoruz? Yooo. Ama dünya artık öyle bir yer ki hem saydıklarımdan hepsinde iyi olacaksınız, hem yaratıcı, hem rekabetçi, hem… cı, ci,cu… Sonra bunların hepsine sahip bile olsanız yaşadığınız güvende hissetmeme hali devam ediyor. Sınavlar sınavları, ihaleler ihaleleri izliyor. Alışkanlığın zehri kanımıza karışıyor. Elimizdekini değil, elimizde olmayanı istiyoruz. Göz dikiyoruz. Yaşayamıyoruz. Herkes her konuda başarılı, herkes tok, herkes mutlu, bir biz değiliz.
Geçenlerde Saraçlar’da gencin birini izledim. Gitarıyla şarkılar söyledi keyifle. Sonra kalktı, onu izleyenlerin verdiği bahşişleri toplayarak. Vakit epey erkendi. Arkasından bakarken muhtemelen bu bahşişin onun bugünkü ihtiyacını giderecek yeterlilikte olduğunu düşündüm. Karın tokluğuna söylüyor olabilirdi. Nasıl olup da bu kadar rahat olabildiğine şaşırdım. Şaşırırdınız siz de. Sevdiği bir işi yapıp karnını doyuran özgür bir insan. Kim şaşırmaz? Bazılarımız kınar hatta. Bu kınamanın hasetlikten gelen bir küçümseme ihtiyacı olduğunu kabul etmeden. Çünkü herkese göre doğru yaşamanın ölçüleri var. Önce sadece bir ev, düzenli bir gelir. Sonra geniş bir ev ve birikim. Sonra iki ev? Sonra. Sonra. Bitmiyor. Yaşayamadan ölüyoruz. Bu devirde günlük hesap yapmak büyük tedbirsizlik çoğumuza göre. Düşününce elimizde bir hafta, bir ay, bir sene yetecek paramız olsa bile yetersiz gelecek. Önce kendimizi garantiye alıp, istifleyip sonra rahat edebiliriz sanırım? Buna tamam demek zorundayım. Tamam diyemediğim kısım: istiflemek. Tamam diyemediğim kısım: çocukları kendi gelecek endişemizle yıkamamız. On üç yaşında o sınavda öğrenilen başarısızlık duygusunu alıp turşusunu kurabiliriz. Liseler öğrenilmiş çaresizlik hissiyle dolu. Çocukları bu duygularını değiştirme konusunda rehabilite edip ondan sonra bir şey öğretebiliyoruz. Edebilirsek o da! “Hoca’m benim tarihim çok kötü, yapamıyorum” diyor çocuk. “Dün neler yaptığını anlatabiliyor musun?” diyorum. “Eğer anlatabiliyorsan tarihin o kadar kötü değil.” Bazen işe yarıyor, bazen yaramıyor. O kadar çoklar ki! Matematik öğretmenleri dört yıl boyunca bu öğrenilmiş çaresizlikle savaşıp kaybediyorlar genelde. Bu duygu, bu sefer o gence bir sınav daha kaybettiriyor… Kısır döngü. Karnı tok, sırtı pek olacağı bir işe de girse başarısız hissederek ölecek. Sınavları değiştirecek ya da kaldıracak gücüm yok, çözüm soruyorsanız. Ama bu çocuklara rehberlik etmenizi önerebilirim. Ebeveyn olarak, öğretmen olarak. Mutlu olmanın yegâne kıstasının bazı sınavları geçmek olmadığını kabullenip yaşamak, bu duyguyu yaymak? Çok mu ütopik oldu? Evet valla benim gibi bir iyimser için bile öyle. Umarım devletler mutlu vatandaş yetiştirmek için uğraşır onları mutsuz etmek yerine. Belki ondan sonra biz de yaşamamız gerektiği gibi değil yaşamak istediğimiz gibi yaşarız?